İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Din ve Şiddet – Prof.Dr. Ali Erbaş (Konferans Metni)

Değerli kardeşlerim merhabalar. Bu konferansımızın hayırlara vesile olmasını dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

Dünyanın her zaman uğraştığı bir kelimedir şiddet, yeni ortaya çıkmış bir şey değildir. Hz.Adem(a.s)  yaratılmadan önce Cenab-ı Hakk meleklerine dedi ki:

-Ben bir insan yaratacağım. Melekler de dediler ki:

-Rabbimiz yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak, bozgunculuk yapacak birisini neden yaratacaksın, biz seni hamd edip tesbih edip dururken? Allah-u Teala da:

-Siz bilmezsiniz, ben bilirim,dedi. Tüm melekler Hz.Adem(a.s.)’e secde ettiler. Şeytan etmedi. Kuran-ı Kerim’de bunun kıssası anlatılır. Şeytan:

-Beni ateşten yarattın insanı topraktan, ateş topraktan üstündür dolayısıyla yaratılış maddesi özü itibariyle üstün olan aşağı olana secde etmez, dedi. “وَاسْتَكْبَر أَبَى” (Bakara-34).Kuran-ı Kerim’de böyle geçer. Şeytan kibirlendi ve secde etmedi.  Tabi Cenab-ı Hakk’ın huzurundan kovuldu. Kuran-ı Kerim’de detaylarına bakarsınız. O da şöyle bir şey dedi:

– Beni huzurundan kovdun. Ben de kıyamete kadar yarattığın bu insanın zürriyetini yoldan çıkarmaya çalışacağım. Lanetullah diyoruz ya Allah’ın lanetine uğrama meselesi işte burada başlıyor. Yani esas bozgunculuğun başı şeytan. O günden itibaren bozgunculuk başladı.

İlk şiddet nerede oldu? Hz. Adem(a.s.)’ın iki oğlu vardı. Kuran’da isimleri geçmiyor fakat Tevrat’ta Habel ve Kain olarak geçer. Hadislerde de Habil ve Kabil diye geçer. Hz.Adem(a.s.)’ın iki oğlu Allah’a kurban vaadetmişler ve sunmuşlar. Sunulan kurbanlardan biri kabul olmuş diğeri olmamış, rivayetlere göre Habil’in kurbanı kabul olmuş fakat Kabil’in kurbanı kabul olmamış. Kurbanı kabul olunmayan -Kuran-ı Kerim’e göre- buna tahammül edemedi, ihtirasa kapıldı ve kardeşini öldürdü. İlk şiddet olayı burada başlıyor yani kardeşini öldürerek. Hz.Adem(a.s.)’ın iki oğlundan birinin diğerini öldürmesiyle şiddet başlıyor. Burada deniliyor ki ihtiraslarına yenildi, halbuki Habil rabbine olan bağlılığından dolayı kardeşine cevap bile vermedi. Ben Allah’tan korkarım, senin bu intikam duygunu Allah’a havale ediyorum. Birisi barıştan yana yer aldı diğeri şiddetten yana yer aldı.

Barıştan yana yer almak ve şiddetten yana yer almak. Burada çok önemli iki husus var. Şiddetten yana yer alanların devamı tarih boyunca geldi. Barıştan yana olanların da devamı tarih boyunca geldi. Barış taraftarları tabiki peygamberler. Onları Cenab-ı Hakk görevlendirdi ve onlara gönderdiği dinin adına da İslam dedi. İslam’ın çevirme anlamı barıştır, kurtuluştur. Mesela birisi “Selamun aleykum” diyerek selam verdiğinde kurtuluşa ulaşasın, barış içinde yaşayasın demiş oluyor. Selam kelimesi ile müslüman kelimesi ve islam kelimesi aynı kökten geliyor “silm”. Biraz sonra tarih içerisindeki bazı dinlerden bahsedeceğim bunlara temas etmeye çalışacağım. Dedim ki dinin genel adıdır İslam o zaman aklınıza bir soru gelebilir “Hz.Musa(a.s.)’ya gelen veya Hz.İsa(a.s.)’ya gelen dinlerin adı da mı İslam?” Evet onlara gelen dinin adı da İslam. Yahudilik Hz.Musa(a.s.)’dan 600 sene sonra ortaya çıkmıştır. Yahudileşme temayülü 600 sene sürmüştür, yani belli bir süreç içinde gerçekleşmiştir. Hz.Musa(a.s.)’ya inananar Beni İsrail müslümanlarıdır. Hz.Musa(a.s.)’dan 600 sene sonra Yahudilik ortaya çıkmıştır. Çok ilginçtir İslam’ın dışındaki diğer dinlerin tamamının adı mensubiyet kaynaklı iken İslam’ın adı tamamen Allah’ın vermiş olduğu isimden hareketle ortaya çıkmıştır. Mesela Yahudilik ismi Hz.Yakub(a.s.)’un oğullarından biri olan Yehuda’nın isminden geliyor.  Yani Yahudi, Yehuda’ya mensup olan  anlamına gelir. Dolayısıyla bir ırk kokuyor, din ile ırk iç içe geçmiş. Yahudiler Yehuda’nın torunları anlamına geliyor. İsrail kelimesi de esasında Hz.Yakub(a.s.)’un isminden geliyor. İsrail Yakub demektir, Hz.Yakub(a.s.)’un lakabıdır. Tevrat’ta şöyle geçer; bir gün Yakup evinden çıktı,  gece karanlığında yürürken önüne birisi çıktı. O çıkan kişiyle güreş tuttu ve karşısındaki kişiyi Yakup yendi. Yendiği kişi Yakup’a döndü dedi ki:

-Sen kiminle güreştigini biliyor musun?

-Bilmiyorum,

-Sen tanrıyla güreştin ve tanrıyı yendin. Bu ifadeler aynen Tevrat’ta geçiyor. Dolayısıyla İsrail kelimesinin tanrı ile güreşen ve onu yenen anlamına geldiği Tevrat’ta ifade ediliyor. Onun için Yahudiler şöyle derler tanrı bizimle baş edememiş, bizim dedemiz Yakup tanrıyla güreşip onu yenmiş onun için dünya bizimle baş edemez gibi Tevrat’tan aldıkları bu ifadeleri kendi politikalarında dahi kullanan bir millet. Yani tanrıyla güreşip yenen İsrailoğulları demek Yakupoğulları demektir, Hz.Yakup(a.s.)’a verilen bu lakaptan dolayı. Şimdi demek ki Hz.Musa(a.s.)’nın mensupları, ona inanlar da müslümanlardı. Yahudiler daha sonra ortaya çıktı.

Peki Hristiyan terimi nereden geliyor? Burada da yine mensubiyet kaynaklı “mesihiyye” vardır. Arapça kitaplarda mesihiyye, mesihçilik demektir. Mesih Grekçe’de “christos” kelimesini karşılar. Christos batı dillerine “christ” şeklinde geçmiştir. “Christianism” de mesihçilik demektir. Yani Hristiyanlık, İsacılık gibi bir anlama gelir. Demek ki Hristiyanlık da Hz.İsa(a.s.)’nın lakabından hareketle ortaya çıkmış bir kavramdır. Bundan dolayı bu kültüre sahip olan batılılar asırlarca İslam dememişler bunun yerine “Mohammedanism” kelimesini kullanmışlardır. Ne demek Mohammedanism, Muhammetçilik. Yahudilik bir isimden geliyor Hristiyanlık bir isimden geliyor. Dolayısıyla İslam’ı da onu uydurup İslam dememek için Mohamedanism demişlerdir.

Dedim ki peygamberler toplumları şiddetten uzak tutmak, barış içerisinde yaşamalarını sağlamak, huzurlu bir toplum oluşturmak için görevlendirilmişlerdir. Bunun için de tebliğ ettikleri sistemin adı İslam’dır. O zaman İslam’ın isminin hangi anlama geldiğinden biraz daha bahsedelim. Silm kökünden geliyor.   “كَآفَّةً السِّلْمِ فِي ادْخُلُواْ آمَنُواْ الَّذِينَ أَيُّهَا يَا” (Bakara-208). Burada zaten Kuran-ı Kerim’de:  “Ey iman edenler hepiniz topluca barışa giriniz. Barış içerisinde yaşayan, birlikte yaşama ahlakının ilkelerini oluşturmuş bir topluluğa giriniz.” anlamına geliyor. Bu ayetin devamı çok ilginç “الشَّيْطَانِ خُطُوَاتِ  تَتَّبِعُواْ وَلاَ” (Bakara-208).  “Sakın şeytanın hilelerine kapılmayın.” Niye ilginç dedim? Sözlerimin başında demiştim ya Hz.Adem(a.s.)’ın iki oğlu, biri şiddetin temsilcisi biri barışın temsilcisi. Şiddetin temsilcisi şeytanın kendisini aldatmasıyla, kandırmasıyla şiddete bulaştı. Habil ise -Hz.Adem(a.s.) aynı zamanda peygamber olduğu için peygamberden almış olduğu ilhamla- şiddete bulaşmamış ve iyiliğin temsilcisi olarak, ilk insanın oğlu olarak mesajını bütün dünyaya vermiştir. Kuran-ı Kerim’deki bu ayet bize bunu anlatıyor. O zaman bütün toplumlara peygamber gönderildiğine göre, bütün toplumlarda peygamberlerin anlattıklarını devam ettirenler peygamberlerin temsilcileri ama şiddete bulaşanlar ta başlangıçta “ben bozgunculuk çıkaracağım, hepsini yoldan çıkaracağım” diye adeta yemin edercesine -Kuran’dan anladığımıza göre kendisini böyle ifade eder- şeytanın yolunda olmuş oluyorlar, yani iki cephe var.

Bakıyoruz şimdi dünyada yaşayan dinlere. En eskilerinden birisi Hinduizm. Hinduizm’de şiddet var mı yok mu? Şiddet esasında Hinduizm’de tamamen terk edilmiştir. Hint dinleri şiddetten uzak yaşamayı felsefe haline getirmiş bir sistemdir. Hinduizm’de mistik anlayış çok ileri derecededir. Dolayısıyla Hint dünyasında İslam tasavvuf yoluyla yayılmıştır. Tasavvuf da her zaman insanları şiddetten uzaklaştırmaya, bir arada yaşamaya davet eden çok önemli bir bilim dalıdır. Bizim ilahiyat fakültelerimizde tasavvuf ana bilim dalı vardır. Kelime anlamı ile insanı kibarlaştırmak, insanı nazik hale getirmek anlamına gelir. Şöyle misal verilir tasavvuf alimleri tarafından; bir ağacı kestiğiniz zaman dalı vardır budağı vardır, yani insan eline bile alamaz ama dalını budağını, kaba saba yerini temizler, rendeler çok güzel bir hale getirirsiniz. Kelimenin kökü itibariyle düzeltmek, insanı düzgün bir hale getirmek anlamına gelir tasavvuf. İşte temeli Kuran’a dayanan, temeli sünnete, Hz.Peygamber(s.a.v.) Efendimiz’in hayatına dayanan ondan sonra dört halife, Kadirilik, Nakşilik, Mevlevilik, Halvetilik diye pek çok alanı olan bütün bu tasavvuf bilim dalları bugün İslam’da vardır. Ama İslam’ın dışındaki başka dinlerde de var. Mesela Hint mistisizmi öyledir. Budizm yine tasavvuf ağırlıklı bir felsefeye dayanır. O dinlerde de sanki  “رَسُولاً نَبْعَثَ  حَتَّى  مُعَذِّبِينَ  كُنَّا وَمَا” (İsra-15). “Biz hiçbir topluma peygamber göndermedikçe azab etmeyiz” ayetine uygun olarak o bölgelerde de yaşayan bazı dinlerde gelmiş geçmiş peygamberlerden arta kalan, miras kalan bazı kırıntıları görüyoruz. Bunu nasıl test edecegiz? Kuran’a ve sünnete vurarak test edeceğiz. O toplumlarda İslam’a, Kuran’a uygun birtakım hayat tarzı varsa diyebiliriz ki; o toplumlara gönderilen peygamberlerden miras kalmış anlayışlardır bunlar. Dolayısıyla o toplumlarda daha çok birlikte yaşama ahlakını geliştirmeye yönelik mistik anlayışın ağırlıklı oldugunu görüyoruz.

Gelelim Yahudilik’e. Yahudilik de M.Ö. 2000 yıllarına kadar gidiyor. Hz.İbrahim(a.s.) en büyük ata olarak kabul ediliyor. Hz. İbrahim(a.s.)’in hayatına baktığımız zaman yine insanları şiddetten uzaklaştırma noktasında pek çok mücadele ettğini görüyoruz. Döneminde Nemrut gibi çok şedid bir insanla mücadele etmiş. Hz.İbrahim(a.s.)’in oğulları İshak ve İsmail, İshak kanalıyla İsrailoğulları’nın ortaya çıkması, İsmail kanalıyla da müslümanların çoğalması bunlar tarihi süreç içerisinde bugüne kadar gelmiş gerçeklerdir. Hz.Musa(a.s.) dönemine gelindiğinde -Hz.Musa(a.s.) M.Ö. 1300’lü yıllarda yaşıyor- Firavun’la mücadele ediyor, yine büyük bir şiddet var dünyada. Firavun’un ne kadar acımasız olduğunu Kuran kıssalarında ve Kuran’ın dışındaki bir takım kaynaklarda da görüyoruz. Hz.Musa(a.s.) da onunla mücadele ediyor. Hz.Musa(a.s.)’dan sonra Hz.Davut(a.s.) var. Hz.Davut(a.s.), Hz.Musa(a.s.)’dan 400 sene sora yaşıyor. M.Ö.1000-900 yılları arasında. Hz.Davut(a.s.)’tan sonra Hz.Süleyman(a.s.) var ondan sonra Süleyman’ın oğulları var.

Babil İmparatorluğu’na gelmek istiyorum. Şiddeti dünyaya yayan öyle bir imparatorluk ki Babil İmparatorluğu, bir gecede ordularını saldığı zaman 800 kadar köy,kasaba demeden her tarafı yerle bir edecek güçte şiddet kullanan bir imparator Nebukadnezar. Buhtünnasr diye geçer İslam kaynaklarında, doğu kaynaklarında. Şiddeti çok yüksek dozda kullanan birisi. Fakat M.Ö. 538 yılında Babil İmparatorluğu yıkılıyor, ondan sonra tabi başka ülkelerin kontrolü altına giriyor. Hem Babilliler hem Yahudiler. Yahudilerinde devletleri yıkılıyor M.Ö. 586 yılında. Yahudiler Roma dönemine gelindiğinde Romalılar o zaman dünyaya şiddeti uygulayan imparatorluk yani Hz.İsa(a.s.)’nın doğdugu yıllarda. Hz.İsa(a.s.)’ya Romalılar döneminde, hem Romalıların hem Yahudilerin neler yaptığını incillerde görüyoruz. Çarmıh hadisesi incillerde anlatılıyor fakat burada şiddete Yahudiler de bulaşıyorlar. Yahudiler Roma’nın Kudüs valisi Pontius Pilatus’a diyorlar ki: “İçimizden çıkan bu kişiyi bize teslim et, biz onu cezalandıralım.” Roma’nın Kudüs valisi Pontius Pilatus Hz.İsa(a.s.)’yı Yahudilere teslim ediyor ve incillerde anlatıldığına göre onu çarmıha geriyorlar, akla hayale gelmedik işkenceler yapıyorlar. “İncil’de Yahudi İmajı” diye benim bir makalem var, 20 sayfalık bir makale. Burada yapmış olduğum araştırmaya göre mesela Yahudilerin peygamberleri öldürdüklerini biz Kuran-ı Kerim’den öğreniyoruz. Ama incillerde Yahudilerin peygamberlere şiddet uyguladıklarına, öldürdüklerine dair Kuran-ı Kerim’deki bilgilerin iki-üç katı daha fazla bilgi var. Mesela aklımda en çok kalan ifadelerden bazıları “sizi gidi peygamber katilleri, engerek yılanları, iki yüzlü Ferisiler”. Ferisiler de o günkü Yahudiler için kullanılan büyük mezhebin adıdır, Ferisilik mezhebi. İncillerde bu ifadeler çok geçer. Şöyle bir çalışma yapayım dedim, yani din ve şiddet konusunda elimizde malzeme olsun diye. Yahudiler, Hristiyanlar hep bizi yani İslam’ı hep şiddetle bir arada anmaya çalışıyorlar. Herhalde bu konferansımızın sebeb-i hikmeti de benim bir makalem var idi “Batının Son bulmayan İddiası/İftirası: İslam ve Şiddet”. Bir dergide yayınlanmıştı, arkadaşlarımız oradan görmüşler. Oraya doğru gelmek istiyorum. Böyle bir iftira var İslam’ı şiddetle özdeşleştirmek. Ben de diyorum ki önce Yahudilerin kutsal kitaplarındaki yani Tevrat’taki şiddete bakmak lazım. Hristiyanların kitaplarındaki şiddete bakmak lazım ve tarih boyunca nasıl uyguladıar bu şiddeti ona bakmak lazım. Bir de İslam’ın insanlığa kazandırmak istediği barış hayatında neler yapmış bunlardan örnekler vermek lazım. Tevrat’ı inceledim dedim ki Kuran-ı Kerim bizi bağlar, inciller Hristiyanları bağlar, ki Yahudiler zaten incillere inanmıyorlar, uydurma olarak kabul ediyorlar.

Yahudilerin İstanbul’da Türkiye Musevileri hahambaşı İsak Haleva var belki duymuşsunuzdur. İsak Haleva’yı ben doktora talebelerim İbranice öğrensinler diye bir yıl fakülteye getirdim. Haftada bir gün geldi gitti İbranice öğretti. O zamanlar hahambaşı değildi. Ben de derse katılıyorum, ona bir gün dedim ki:

-Hristiyanların size çok düşman olması lazım.

-Niye? dedi

-Adamların tanrısını öldürmüşsünüz, dedim. Yani Hristiyanlar Hz.İsa(a.s.)’ya tanrı diyorlar ya yani üç tanrıdan birisi baba,oğul ve kutsal ruh. O da elini cebine soktu ve dedi ki:

-Bir Yahudi öteki Yahudiyi öldürmüş, Hristiyanlara ne oluyor ki? Yani tam Yahudice bir cevap. Burdan şunu anlıyoruz Yahudiler Hz.İsa(a.s.)’yı yoldan çıkmış bir Yahudi olarak kabul ediyorlar. Mesela kiliseyi puthane olarak kabul ederler. Bütün Yahudilere göre kiliseler putperestlerin yapmış olduğu mekanlardır. Hem Yahudiler Hristiyanlara böyle bakarlar hem de hristiyanlar Yahudilere tanrı katili

-sadece peygamber katili değil- diye bakarlar. Peki dünyadaki bu Yahudi-Hristiyan ittifakı nereden kaynaklanıyor? Bu tamamen siyasi bir ittifaktır. Dini olarak asla ittifak edemezler. Biraz önce dediğim hususlarda nasıl ittifak sağlanabilir ki? Bir din ötekine tanrı katili, peygamber katili diyor. O dinin mensupları ise bunlara putperestler diyor. Bütün Hristiyanlar putperesttir Yahudilere göre nasıl bir dini ittifak sağlayacaklar?

Yahudilerin M.S. 70 yılında uğradıkları bir şiddet var. M.S. 70 yılı Süleyman Mabedi diyoruz ya bugün Kudüs’te bir duvarı var. O duvara gidiyorlar işte tazimlerde bulunuyorlar, önünde dua ediyorlar, hatta şimdi İsrail devletinin yeniden Süleyman Mabedi’ni o duvardan hareketle yapma projeleri var. İşte o duvar M.S. 70 yılında Süleyman Mabedi’nin yıkılışından arkaya kalan bir duvardır. Öyle bir katliam yaptı ki Roma İmparatorluğu orada Yahudi tarihçi Flavius’un ifadesine göre diyor ki “mabede sığınan Yahudilerden akan kanlarla mabedin içi doldu. Vücutlardan ayrılan başlar kan gölünün üzerinde yüzüyordu.” Bu derece bir şiddetle Romalılar Yahudileri bu şekilde katletmişler. Yahudilerin Kudüs’te artık son kalışları idi. Kaçabilenler Kudüs’ten kaçıp diğer bölgelere sığındılar, mesela Hz.Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman Medine’de bulunan on bin kadar Yahudi 600 sene önce oraya gelen Kudüs Yahudileridir. Sonra 750 yıllarında kurulan Endülüs devletine yerleşmişlerdir Yahudiler. 700 yıl boyunca Endülüs’te gayet huzurlu bir şekilde Müslümanların hakimiyeti altında yaşamışlardır. Peki orada 1492 yılındaki katliamı kim yapmıştır? Haçlılar yapmışır yani Hristiyan orduları yapmıştır. Haçlı seferlerinin kararı kilisede alınmaktadır. Papalık tarafından alınmaktadır. Papalığın fetvasıyla haçlı seferleri gerçekleştirilmiştir ve tarihte binli yıllarda başlayan birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü gibi büyük haçlı seferleri vardır. En son 16-17. yüzyıllarda bile haçlı seferleri vardır. O dönemde yapmış oldukları katliamlar din kökenli katliamlardır.

Tam buraya gelmişken engizisyondan bahsetmek iyi olur. Engizisyon da kilisenin Papalık tarafından uygulamış olduğu mahkemelerdir. Peki engizisyonda ne ile suçluyorlar insanları?; Niçin Katolik kilisesinin tersine bir anlayış içerisine giriyorsun? diye suçluyorlar. Engizisyonda verilen en önemli ceza ateşte yakma cezasıdır. Buna da Roma hukukunda “otodafe” denilmektedir. Otodafe demek ateşte yakma cezasıdır. En basit ceza da aforozdur. Sonra kürek çekme cezası, sürgün cezası, sokaklarda teşhir cezası yani insanları atların arkasına bağlayıp sokaklarda sürükleme cezası. Bu cezaları kim veriyor, kilise mahkemesi veriyor. Onun adı da engizisyondur. Mesela yine benim Fransızcadan tercüme ettiğim bir kitap var “Engizisyon”, “Guy Testas” isimli kişi yazmıştır. Ben biraz notlar ilave ettim ve tercüme ederek yayınladım kitabı. Orada listeleri veriliyor, engizisyon mahkemesi kime hangi suçtan dolayı hangi cezaları verdi. Bunların listelerini yayınlamışlar bir özeleştiri yapıyorlar. Günlerce topladıkları odunları tutuşturup onun içine diri diri insanları atıp yakıyorlar. Bu şekilde binlerce insan yakılmıştır engizisyon mahkemesi tarafından. Çok da eski değil mesela 1600 yılı. 1600 yılında “Bruno” isimli birisi hem de Vatikan’ın bahçesinde diri diri yakılmıştır. Papalığa karşı farklı düşünceler içerisine girdiği için. İşte din ve şiddet diyince bunların esasında akla gelmesi lazım.

Din savaşları var onlardan bahsedelim. Süreci yavaş yavaş sona doğru getiriyorum. Din savaşları ne demektir? Din savaşları Yahudilerle Hristiyanlar arasında ya da Hristiyanlarla Müslümanlar arasında olan savaşlar değildir. Din savaşları Hristiyan mezhepleri arasında olan savaşlardır, esasında mezhep savaşlarıdır. Herhangi bir ansiklopediyi açıp din savaşları maddesine bakın bunu görürsünüz. Daha çok Katoliklerle Protestanlar arasında yapılan savaşlardır din savaşları. Hristiyanlar 1054 yılında ikiye bölünmüşlerdir. Doğu kilisesi ile batı kilisesi olarak ikiye ayrılmış. Doğu kilisesi ortodoks, batı kilisesi katolik ismini almıştır. 1054 yılından bugüne kadar doğu kilisesi ile batı kilisesi hem inanç farklılıkları hem de ibadet noktasındaki farklılıklarla birlikte yaşamışlar ve hiç bir araya gelmemişlerdir. İlk defa 2006 yılında Türkiye’ye gelen Papa patrikliği ziyaret etti, 1000 yıl sonra. Bir de 2014 yılında yeni Papa Türkiye’ye geldiğinde patrikhaneyi yine ziyaret etti. 1000 yıl doğu kilisesi ile batı kilisesi bir araya gelmemişler ve aralarında büyük şiddetler yaşanmış.

1517 yılında Katolik kilisesi kendi içinde yine ikiye bölündü. Almanya’da Martin Luther isimli bir keşiş isyan bayrağını çekti Katolik kilisesine karşı. Endüljans gibi bir uygulama vardır biliyorsunuzdur. Endüljans uygulaması yani cennetten arsa satmak derler kısaca. Para ile günah affetmek anlamına geliyor endüljans. Protestanlık mezhebinin kurulmasına sebep olan Martin Luther ilk isyan bayrağını açtı 1517 yılında. Ondan sonra Jan Kalvin, Huldrych Zwingli, Avusturya’da, Cenevre’de, İsviçre’de ortaya çıkan bir takım kişiler Martin Luther’in yolunda devam ettiler ve Protestanlık ortaya çıktı. Protestanlığın Katoliklikten ayrı bir mezhep olduğunu bu şekilde tekrar edeyim. Aralarında büyük bir savaş başladı. Değerli arkadaşlar bu savaş yani küçük terör olayları değil, devletleri birbirine düşürdü. 1618 ile 1648 yılları arasında Katolikler ile Protestanlar arasında yapılan 30 yıl savaşları vardır. Bu savaşların sonunda 10 milyon insan ölmüştür batıda. Rakam çok abartılı gelebilir ama bilinebilen rakam budur. Açıkta, evsiz barksız bu yüzden sokaklara düşen insanların haddi hesabı yok.

İngiltere kilisesine Anglikan kilisesi denir. Anglikan, İngiltere’ye özgü demektir, İngiltere’ye özgü kilise. Kilisenin başrahibesi de kraliçedir. Kral ise o kilisesin rahibi olur. İngiltere ile İrlanda arasında yıllardan beri süren ve bundan 5-10 yıl önce barış yapılarak sona erdirilen olay da tamamen din savaşıdır. Yani Katoliklerle Anglikanlar arasında yapılan bir savaştı. Terör olayı gibi gösterirler ama bu da bir din savaşı idi. Çok büyük şiddetler ortaya çıktı.

Batının tıynetinde şiddet vardır, görüyorsunuz haçlı savaşları, balkan savaşları, en son gördüğümüz Bosna Savaşı’na bir bakın. Bosna’ya giden var mı içinizde arkadaşlar? Bosna’ya giden arkadaşlar bilirler, ben gittim, 20 katlı binanın birinci katından yirminci katına kadar kurşun girmemiş yer yok. Peki bu binalarda çocuklar yok mu, kadınlar yok mu? Herkesin elinde silah var da karşı karşıya savaş mı var? 250 bin kişi orada öldürüldü. İşte esas soykırım budur.

İslam kelime itibari ile zaten şiddetten uzak bir felsefeyi benimsemiş bir inanç. Hz.Peygamber(s.a.v.)’in hayatına bakınız, yani düşmanına bile dua eden bir peygamber var. İslam dininin tebliğcisi olarak. Bütün peygamberler öyle esasında. Onun içinde Hatem-ül Enbiya diyoruz ya. peygamberliğin mühürleyicisi. Bakınız İslam’ın şiddetten ne kadar uzak olduğunu gösteren bazı olayları paylaşayım sizle. Medine’ye hicret etti Peygamberimiz. Medine’ye hicret ettikten sonra on bin Yahudi vardı orada. Onlarla bir antlaşma yapıldı, tarihte Medine Sözleşmesi diye geçen bir antlaşma. Bu antlaşmada Yahudiler antlaşmadaki maddelere riayet ettikleri sürece bir arada huzur içerisinde yaşanacağına söz verildi ve böyle devam edildi ancak isyan edenler devletin ortaya koymuş olduğu bu maddelere uymayanlar da cezasını gördüler. Üç büyük savaş Bedir Savaşı, Uhud Savaşı ve Hendek Savaşı üçü de savunma savaşıdır. Düşman 600 km öteden gelmiş sizin devletinizin dibine kadar girmiş, şehrinizin dibine kadar girmiş. Uhud nerede umreye giden arkadaşlar bilir Medine’ye 10 km kadar yakında. Hendek zaten ismi üzerinde şehirlerin etrafının hendeklerle koruma altına alınması. Bedir yine Medine yakınlarında bir yerde Mekke’den çok uzak. Demek ki her üç savaş da şiddeti öneren değil şiddeti uygulamak için değil. Müslümanlar devletini, milletini, ırzını, namsunu korumak için yaptıkları savunma savaşlarıdır. Mesela batılıların iddialarından birisi de şu: İslam kılıç dinidir, kılıçla yayılmıştır. Evet, “cennet kılıçların gölgesi altındadır” mealinde bir hadis-i şerif var.  “صَدَّقْنَ وَ آمَنَّا doğrudur ama İslam’ın kılıcı zalimlere kalkar, mazlumlara asla kalkmaz, çocuklara, kadınlara, haklılara asla kalkmaz. Hatta haklı olanlar Müslüman olmasalar dahi İslam’ın kılıcı onların yanında yer alır. Örnek mi istiyorsunuz? Hemen vereyim, hicri 8. asırda Mute’den bir haber geldi. Mute neresi biliyor musunuz arkadaşlar? Ben Mute’ye gidinceye kadar Medine’nin 100-200 km yakınında bir yer zannederdim. Ürdün sınırları içerisinde. Ürdün’e gittim dediler ki:

-Hocam Mute şehitlerini de bir ziyaret edelim. Dedim:

-Mute şehitleri burada mı?

-Evet burada, dediler. Gittik Cafer bin Ebu Talip(r.a.), Cafer-i Tayyar demiş Peygamber Efendimiz ona, yani cennette uçan şehit, Hz.Ali(r.a.)’nin kardeşi. Abdullah bin Revaha(r.a.), Zeyd bin Harise(r.a.). Her üçünün kabri de Ürdün Mute’de türbe şeklinde muhazafa ediliyor. 1400 km, Mute’ye gitti üç bin kadar İslam askeri, neye gitti biliyor musunuz? Mute’de yaşayan insanlara zulmeden Bizans İmparatorluğu’nun zulmüne son vermek için ve orada hiç Müslüman yoktu ama insan vardı insan. İşte İslam bunun için diyoruz ya insana değer veren, diyoruz ya dinde kardeş yaratılışta eşiz. İşte Allah Resulü yaratılışta eş olduğunu düşündüğü ve zulme uğradığı için Mute’ye üç bin Müslümanı gönderdi. Peki orada ölenler, gayrimüslim mazlumlar için ölenler şehit olur mu? Olmaz mı Cafer bin Ebi Talip(r.a.) oldu. Kim için savaştı? Mazlum gayrimüslimler için savaştı. İslam bu, İslam’ın kılıcı her zaman zalimlere kalkar, mazluma kalkmaz. Hatta giderken askerlerin cebine bir talimat verilir, bu talimatlar İslam hukuku kitaplarında bölüm halinde vardır. İslam savaş hukuku nedir? Gittiğiniz yerlerde çocuklara dokunmayacaksınız, kadınlara, eli silahsızlara, mabedlere dokunmayacaksınız. Yetmiyor yeşile, ağaçlara, hayvanlara hatta vahşi hayvanlara bile dokunmayacaksınız. İslam hukuku kitaplarında, fıkıh kitaplarında bablar vardır, bölümler vardır. Bakınız, Hristiyanlığın ya da batı milletinin diyelim, batılıların tıynetinde şiddet vardır.

Hristiyanlığın yayılışından kısaca bahsedeyim. Hristiyanlık Hz.İsa(a.s.)’dan sonra, tabi Hz.İsa(a.s.)’ya inanan Müslümanlardan sonra Hristiyanlık ortaya çıktı. Hz.İsa(a.s.)’dan 100 sene sonra. Hristiyanlık kelimesi M.S. 106 yıllarında kullanılmaya başlandı. Daha önce normal Müslamanlık vardı Hz.İsa(a.s.)’nın döneminde, yani ona inananlara Müslüman dememiz lazım.

Romalılar öyle zalimdir ki bugünkü batılıların ataları. 313 yılına kadar niçin Hristiyan oluyorsunuz diye binlerce insanı katlettiler. Burada da Nevşehirli, Ürgüplü, Aksaraylı arkadaşlarımız vardır, görmüşsünüzdür oraları. O yer altı şehirleri niye yapılmış biliyor musunuz? Romalıların zulmünden kaçıp da oralarda yaşamak için Hristiyanlar tarafından yapılmış, yani ilk dönem Hristiyanları, Kapadokya Hristiyanları diyoruz biz onlara. Hatta kiliseler vardır, 7 kadar kilise var. Aksaraya gitmiştim, yer altı şehirlerini gezdim oralarda kiliseler var. 313 yılı niye önemli? Milano Fermanı vardır. Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlara özgürlük tanıdığı yıldır M.S. 313 yılı. Demek ki 300 yıl boyunca şiddet kullanmışlar. Sonra gelelim 380 yılı, bu tarih de önemli. 380 yılında Roma İmparatoru bir ferman yayınlamış Hristiyanlık Roma’nın artık resmi dinidir diye. Ondan sonra da hadi bakalım Hristiyan olma. Bu sefer de niçin Hristiyan olmuyorsunuz diye insanları öldürmeye başlamışlar. Ben bunu kaynaklara dayanarak söylüyorum ve kitabımda da yazdım. “Hristiyanlık” diye küçük bir kitabım var İnsan Yayınları’ndan çıktı. Onun önsözünde yazdım. 313 yılına kadar niçin Hristiyan oluyorsunuz diye insanları öldüren Roma, 380 yılından sonra da niçin Hristiyan olmuyorsunuz diye öldürmeye başlamış.

İslam’ın gönül dili ile yayıldığının her zaman göğsümüzü kabartarak söyleyebiliriz. İslam’ın şiddete temelinden itibaren karşı olduğunu söyleyebiliriz. Bakınız Hz.Peygamberimizden otuz sene sonra Hz.Eyyub El Ensari geldi İstanbul’a çok yaşlı olarak. Hz.Ali(r.a.)’den sonra Muaviye döneminde zannediyorum. O dönemde İstanbul’u fethe geldi. İstanbul’u fethe iki yoldan gelmişlerdir. Birisi deniz yoluyla Avşa Adası’nda 3 ay kadar kalmışlardır. Orada Araplar Köyü vardır. Ben gittim ziyaret ettim. Ta o zamanlardan kalma kabirler var. Oradan İstanbul’u fethe. Sonra asker yetişmemiş 5 bin kişilik bir ordu da karadan gelmiş, Diyarbakır, Kayseri, Ankara oralardan geçmiş ve İstanbul. Gelirken daha Anadolu’da İslam yayılmaya başlamış. Neyle? Kılıçla değil gönül diliyle. Şu cümleyi hiç unutmayalım; İslam’ın kılıcı zalime karşı kalkar, her zaman mazlumun yanında yer alır, mazlumun da dinine bakmaz. Bir örnek daha vereyim Peygamberimiz döneminden örnek verdim. Bir de Osmanlı döneminden vereyim. Çok örnek var Osmanlı’dan. Batıdan Fransa, İngiltere, Almanya ne zaman sıkışsalar destek istiyorlar ya. Bundan 10 sene önce Nijerya’ya gitmiştim. Bilimsel bir toplantı için Kaduna Üniversitesi’ne. Bir toplantı halindeyiz, o üniversitenin tarih bölüm başkanı benim yanıma yaklaştı ve dedi ki:

-Hocam bize bir doktora öğrencisi gönderin de burada bir doktora yaptıralım. Konusu da belli. -Nedir konu?

-Nijerya’da Osmanlı izleri çalıştıralım ona, dedi.

Dördüncü Murad döneminde Nijerya’ya başka ülkelerden birisi saldırmış. Nijerya o zaman Osmanlı’dan yardım istemiş. İki bölük asker göndermiş Osmanlı. Tarihçi dedi ki: “Biz o askerlerin üzerindeki elbiselerini, tüfeklerini, keplerini yani o günün şartlarında getirdikleri eşyaları muhafaza ediyoruz.” Aradan 400 sene geçmiş değil mi? Dördüncü Murad ne zaman yaşadı, 1650’li yıllarda. Ne kadar olmuş, 400 sene olmuş. O zaman Nijerya bir Müslüman devlet değildi. Belki bugün bile Nijerya’nın yüzde ellisi Müslüman şu anda. O zamanlar nasıldı bilmiyorum. Ta oralara kadar uçakla biz 9 saatte gittik düşünebiliyor musunuz o günün şartlarında nasıl gittiler? Her zaman diyoruz ya İslam şiddete karşıdır, zalimin karşısındadır, bakınız İslam adalet dinidir. Cuma günleri cuma namazına gittiğimizde dikkat edin, imamların okuduğu son ayet vardır:

“إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ(Nahl-90) “

Orada birinci maddede Allah adaleti emrediyor. Yani imam adeta bize diyor ki “Bak gelecek hafta size bir daha hatırlatacağım ama Allah adaleti, iyiliği, yakınlara bakmayı emreder. Kötülüğün her çeşidini de yasaklar.” En son “bağy” geçiyor. Bu da zulümdür, haksızlıktır. Haksızlığı da yasaklar. Ayetin başında adalet var sonunda zulüm var. Demek ki zulmü önlemek için adalet gerekiyor. İslam, bütün felsefesinde, Kuran’da, Hz.Peygamber(s.a.v.)’in hayatında, İslam düşünürlerinin ortaya koymuş olduğu tüm felsefelerde adaleti gerçekleştirmek, zulmü önlemek için yola çıkmıştır ve öyle de devam etmektedir.

Biraz gelelim günümüze, bugün İslamofobi denilen bir olay var. İslamofobi nedir? İslam korkusu, yani Müslümanlardan insanları korkutmak. Bu tarihte de vardı günümüzde de var. Mesela 2006 yılında o günün papası “Muhammed dünyaya şiddetten başka ne getirmiştir ki?” diye bi ifade kullandı, sonra çark etti “Ben demedim de birisi öyle demişti.” falan. Yani bu İslamofobiyi her zaman körüklemeye çalışıyorlar, tahrik etmye çalışıyorlar ve Müslümanların kendi içlerinden birilerini bularak, tezgahlar kurarak bir takım örgütler, ne idüğü belirsiz örgütler ortaya çıkararak İslam’ı ve Müslümanları dünyanın gözünde maalesef korkulan bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. 100 sene önce bunu Lawrencelarla yaptılar, bugün de başka türlü isimlerle yapmaya çalışıyorlar. Farklı farklı anlayışlar ortaya koymaya çalışıyorlar. Yani İslam’ın mezhepleri bellidir. Hak mezhepler vardır, bu mezheplerin dışında farklı isimlerle bir takım anlayışlar ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Bu anlayışlar Kuran’a ve sünnete uygun olduğu sürece başımızın tacıdır. Farklılıklarımız, zenginliklerimizdir diyoruz her zaman. 100 sene önce “el etrak kulluhum nasrani” diyerek bütün İslam dünyasını dolaşan Lawrence ve ekibi vardı. “El etra kulluhum nasrani” Arapça bir ifade: Bütün Türkler Hristiyanlaştı, demektir. Bugünkü gibi iletişim araçları da yok. Ve 1947 yılına kadar Türkiye’den hacca gitmek yasak. 1947 yılına kadar Türkiye’den hacca giden hiç kimse yok. Sizde zemin hazırlıyorsunuz buna. Hacca giden diğer milletlerden insanlar diyorlar ki “Lawrence böyle diyordu galiba haklıymış.” Niye? “Türkiye’den kimse hacca gelmiyor.”

1947 yılında bir kafile gönderiliyor ilk defa. Abdurrahman Gürses diye bir hocaefendi vardı, İstanbul Beyazıt Camii imamı, bizim de hocamız. O anlatmıştı 1947 yılında giden bu hacc kafilesinde o da görevli hoca imiş. Çok güzel sesi vardı, güzel Kuran-ı Kerim okurdu. “Orada ben hacılarıma Kuran-ı Kerim okudum. Tabi Kuran-ı Kerim okuyunca toplandılar etrafıma Mısırlı galiba diyorlar, Suriyeli, Ürdünlü galiba filan diyorlar. Bütün İslam ülkelerini sayıyorlar kimse Türkiye demiyor. Neyse ben bitirdikten sonra Türk olduğumu söyledim ve şöyle dediler sanki böyle otomatik bir şekilde: Türkler toptan Hristiyanlaşmadı mı? Siz de nerede çıktınız?” Evet maalesef böyle. Hoca bunları zor ikna etmiş. “Hayır olur mu öyle şey,  %99’u Müslümandır.” Onlar, “ama işte biz böyle duyduk yıllardan beri böyle inanıyorduk.” demişler.

Maalesef önce bir ülkeyi 47 parçaya böldüler. Bugün İslam ülkesi diye ortada olan 47 devlet var. Parçacıklar, devletçikler. Kabileleri devlet haline getirmişler. Bugün büyük bir lokma olarak gördükleri Türkiye var. Türkiye böyle boğazlarında adeta duruyor onu da yutmak istiyorlar. O lokma büyük tabi onu da parçalamak istiyorlar. 12 Eylül öncesini siz yaşamadınız, biz yaşadık. 12 Eylül’de liseyi bitirdim. 5 bin arkadaşımızı, gencimizi kaybettik. Sabahleyin bakıyoruz gece iki genç vurulmuş birisi sağcı birisi solcu. Otopsi yapıyorlar, ikisinden çıkan kurşun aynı tabancadan çıkmış. Neyse o belayı atlattı Türkiye. Sonra başka bir bela 30 sene. Yani her zaman bir belayı Türkiye’nin başına, Müslüman milletlerin başına sarıyorlar, sadece Türkiye değil. Görüyorsunuz İslam dünyası kan ağlıyor. Kim yapıyor bunları? Evet, işte bizler, gençler olarak her zaman barıştan yana olduğumuzu, İslam’ın bütün yönleriyle sadece kitabi olarak demiyorum hem tarihi itibariyle hem ahiretleriyle her zaman bir arada yaşama ahlakının ilkelerini geliştirmeye yönelik bir felsefe oluşturup, bunu da bütün dünyaya yaymayı hedefleyen bir din ve o dinin mensupları olduğumuzu her zaman iftiharla söyleyeceğiz. Ve Müslüman demenin barış insanı demek olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayacağız. Müslim demek barış seven insan demektir.

Peki ben burada bırakayım sorular varsa birkaç dakika daha devam ederiz.

Soru: Konuşmanızda İslam ve şiddeti karşı karşıya konumlandırdınız. Kuran-ı Kerim’de bir çok yerde Allah-u Teala’nın bize peygamber gönderdiği halde sapkınlıkta ısrar eden kavimleri cezalandırdığını görüyoruz, Nuh tufanı gibi. Eylemin Allah-u Teala’nın orduları tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bunun dışında Efendimiz(s.a.v.)’in hicretten sonra birçok harbin içerisine girdiğini görüyoruz, bunlar savunma savaşları dahi olsa da neticede şiddet içeren eylemler. İslam’ın yayılışına baktığımız zaman, İslam orduları sadece alimlerden, ariflerden oluşmuyor. Yani burada da şiddetin de bir rolü olduğunu görüyoruz, bu çok doğal bir şey. Bahsettiğiniz gibi şiddet dediğimiz şey Hz.Adem(a.s.)’ın oğullarından beri dünyanın, dünya siyasetinin bir gerçeğini oluşturuyor. 19. Yüzyılın sonunda Renan’ın bir konferansının sonunda İslam aleminde çokça tartışılan bir mevzu vardı. İslam terakkiye mani midir, değil midir? Terakkinin ne olduğunu düşünmeden ısrarla İslam’ın terakkiye mani olup olmadığını saptamaya çalıştık. Bugün de acaba batılıların İslam’ı şiddetle özdeşleştirmelerinden dolayı kendimizi reaksiyonel bir şekilde savunmakla, İslam’da harbin, cihadın önemini ıskalıyor muyuz? (Selman KANTAR)

Cevap: Teşekkür ederim. Tabi konuşmamın içerisinde yer yer değindim ona, İslam kılıç dini midir? Evet, “cennet kılıçların gölgeleri altındadır” hadisine “صَدَّقْنَ وَ آمَنَّا . Kılıçların niye kalktığını da söyledim, zalimlerin zulmüne engel olmak için. Hem Kurani bütünlük içerisinde baktığımızda hem de tarihsel süreç içerisinde baktığımızda bunun dışında şiddetin kullanıldığına şahit olmuyoruz. Nerede bir zulüm varsa nerede bir haksızlık varsa oradaki zulme oradaki haksızlığa engel olmak,

“وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه  حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَقَاتِلُوهُمْ” (Enfal-39). “Bütün o bölgede fitneyi ortadan kaldırmak” ayetler cevap veriyor sana. Fitneyi ortadan kaldırmak ve o bölgenin tamamında adil bir sisteme, adaletli bir sisteme ulaşıncaya kadar mücadele ediniz diyor, Kuran-ı Kerim. Bunun içerisinde cihat var, ilim var, iyilik hareketi var.  “وَتَعَاوَنُواْ عَلَى الْبرِّ وَالتَّقْوَى” (Maide-2) “Birr’de, iyilik ve takvada yardımlaşınız”. Bu yardımın içerisinde askeri yardım da var, diğer her türlü yardım da bunun içerisinde var. Yardımlaşınız diyor, eğer orada fitne varsa orada haksızlık varsa, zaten adaletin olmadığı yerde zulüm vardır, haksızlık vardır. Haklısınız bu endişede, dönemine göre bu cihadı neyle yapmak gerekiyorsa Müslümanların buna hazır olması lazım. İlimse ilim, iyilikse iyilik, savaşsa savaş. Ve Müslümanların bu konularda hakikaten bilinçli olması, şuurlu olması lazım. İslam savaşı yasaklıyor diyemeyiz, zaten başta dedik “cennet kılıçların gölgesi altındadır”. Dediğin gibi hatta şunu söyleyim İslam’ın savaşı barış içindir. Nerde savaş yapmışsa, İslam savaşları nerde olmuşsa oraya barış getirmek için yapılmıştır.

Soru: Özellikle Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda IŞİD gibi, güneyde El-Şebap gibi Müslümanların imajını kötüye çıkaracak birtakım örgütlerin faaliyetlerini görüyoruz. Bu örgütler baktığımız zaman sosyal tabana da sahip. Bu sosyal tabanı da sadece siyasi ve ekonomik argümanlarla değil aynı zamanda dini gerekçelerle de beslediğini görüyoruz. Siyasilerin yaptığı analizler genellikle sığ kalıyor. Bir ilahiyatçı olarak ne önerirsiniz? Bu sosyal tabanı besleyecek dini argümanları nasıl engelleyebiliriz? (Fatih Şemsettin IŞIK)

Cevap: Kuran’dan ve sünnetten doğmuş olan ilim geleneğimizde, sahih İslam dediğimiz yani İslam’ın farklı yönlere çekilmeden oluşturulmuş sahih İslam geleneğinin mutlaka öğretilmesi lazım. Dediğiniz bölgelerde çok farklı İslam anlayışları ortaya çıkıyor. Mesela El-Şebap’tan bahsettiniz. Ben Somali’ye gittim. Somali’nin nüfusu 10 milyon, bu nüfusa sahip Somali’de 1 milyon hafız var. Türkiye 77 milyon, 100 bin hafızımız var bizim. Hatta o zaman Türkiye’ye öğrenci getirmek için gitmiştik, onların milli eğitim bakan yardımcısı ekibiyle birlikte, biz de ekibimizle birlikteyiz.  Üniversitelere, liselere şu kadar öğrenci götürelim derken ben dedim ki:

-Biraz da Kuran kurslarımıza götürelim. Türkiye’de Kuran kurslarımız çok gelişmiş iyi eğitim veriyoruz. 100 bin hafızımız var. Bakan yardımcısı dedi ki:

-Bizim 1 milyon hafızımız var. Ben şaşırdım tabi 10 milyon nüfusta 1 milyon hafız var.

-Nasıl yapıyorsunuz?

-Çocuklar,  4 yaşına geldiği zaman onları alırız Kuran kursuna. Hafızlıklarını bitirdikten sonra ilkokula başlayıp devam ediyorlar. Bu şekilde yapabilenlerin sayısı 1 milyon. Ben de dedim ki:

-15 senedir burada birbirini öldüren gençlerin çoğu hafız öyle mi? Hafızlar mı birbiriyle savaşıyor?

-Evet , maalesef öyle. Bizim burada savaşımız tamamen ideolojik savaş, dedi. Fitne katletmekten daha büyük bir günahtır, daha şiddetlidir. İşin temelinde hakikaten eğitim var. Eğitim ile bizim bu fitneyi ortadan kaldırmamız lazım. Aynı fitne Balkanlarda var, Orta Asya’da var. Bunları bu hale yanlış İslam eğtimi getiriyor. İslam’ın özellikle şiddeti ön plana çıkaran anlayışını körükleyerek bundan adam olmaz, artık yola gelmez, öldür gitsin tarzında eğitim veriliyor o insanlara. Burada ben biraz tasavvufun devreye girmesi kanaatini taşıyorum. Tasavvuf ruhi Rasulullahtır. Rasulullah(s.a.v.)’ın ruhunu bütün insanlara anlatmak yani İslam’ın özünü tasavvuf yoluyla bütün insanlara anlatmak. Şimdi diyeceksiniz ki tasavvufta dinamik bir İslam anlayışı yok, yani her zaman boynu bükük bir mürid-mürşid ilişkisi. Bu mudur tasavvuf? Bu da değil bana göre.Yeri geldiği zaman bunun nasıl olması gerektiği Kuran’da anlatılmış Fetih suresinde. Muhammedi Resullullah olarak kabul edenler, onun yanında olanlar, sadece hayattayken değil bugünde dahil, onu peygamber olarak kabul edenler, küffara karşı şedid olurar. Burada şiddetin kriterleri, ölçüleri var. Peki Müslümanlar arasında olursa ne olacak? İşte orada da eğitim, eğitim, eğitim. O topluluklarda sahih bir tasavvufi ruhun eğitim yoluyla verilmesi lazım. Sahih bir İslam eğitiminin bu hastalığın çözümü olacağını düşünüyorum. Başka bir çözüm göremiyorum doğrusu.

Teşekkür ediyorum, hepinize başarılar diliyorum.

Yorumlar kapatıldı.