İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zekâi Dede Efendi

Hâfız, imam hatip, hattat, kudümzen, hânende, âyinhan, hoca, bestekâr ve tüm bunların ötesinde mü’min bir zât olan Mehmed Zekâi Efendi, 1824 senesinde, İstanbul’un Eyüp kazâsında, Cedid Ali Paşa mahallesinde dünyaya geldi. Annesinin ismi Zînetî, babasının ismi Süleyman Hikmetî’dir. Babası, mahalleye adını veren Cedid Ali Paşa Camii’nde imam hatiplik yapmakta iken aynı zamanda Lâ’lizâde Abdülbâkî Efendi ibtidaî mektebinde hüsn-i hat dersleri de vermekteydi.[1] Zekâi Efendi’nin amcası olan hâfız İbrahim Zühdî Efendi de yine aynı mektepte muallimlik yapmakta idi. Böyle bir ailenin evlâdı olarak ilkokul tahsiline başlayan Zekâi Efendi mektebi bitirdikten sonra vakit kaybetmeden amcasından hıfza başlamıştır.

Bir yandan amcası Zühdî Efendi’den Kur’ân’ı Kerîm kıraat ve hıfzını ikmâl ederken, diğer yandan da babası Hikmetî Efendi’den Kur’ân harflerini ve hüsn-i hat sanatını meşk etmeye başlayan Zekâi Efendi nihayet 1843 senesinin temmuz ayında yaklaşık on dokuz yaşlarında iken amcasından hâfızlık icâzeti, babasından da hüsn-i hat icazeti alarak hem hattat hem de hâfız olma şerefine nâil olur. Daha sonra hıfz ile meşgul olurken tahsil etme imkânı bulamadığı bazı müsbet ilimleri kesbedebilmek amacıyla Balçıklı Hoca Ali Efendi’den ders almaya başlayan Zekâi Efendi’nin tahsil etmek istediği esas ilim başkadır. Bu meseleyi araştırmalarıyla Türk mûsikîsinin temellerini ortaya çıkaran meşhur müzikolog Râuf Yektâ Bey şöyle dile getirmektedir:

“Hıfzını ikmâlle Hafız Zekâi namını ihrâz ettikten sonra bu üstâd-ı müstakbel-i mûsikînin bir emel-i hassu’l-hası daha kalıyordu: Kalbinin en muazzez bir mevkiini işgâl eden bu emelse küçük yaşından beri gıda-yı ruhu, enis-i dil ü cânı bildiği; hakkında ezeli bir meftuniyet beslediği bir fenne… Fenn-i bedi’i-i mûsikîye intisâb etmekten ibaretti.”[2]

            Mûsikî karşı duyduğu bu derin temyaül nedeniyle yine kendisi gibi Eyüplü olan meşhur bestekâr Eyyûbî Mehmed Bey’den meftûnu olduğu mûsikî ilmiyle alakalı dersler almaya tâlip olmuş, Eyyûbî Mehmed Bey de Hâfız Zekâi Efendi’nin sahip olduğu mûsikî istidâdını daha ilk meşkte fark ederek kendisine ders vermeyi kabul etmiştir. Eyyûbî Mehmed Bey, henüz on dokuz yaşlarındaydayken yanına gelen tilmizine o günden itibaren hususi ihtimam göstermiştir.

            Genç hâfız Zekâi Efendi, Eyyûbî Mehmed Bey’in yanında mûsikî bilgisini günden güne artırmaya başlamıştır. Fakat aynı zamanda babasından aldığı hüsn-i hat derslerini de ilerletmek istemektedir. İşte bu sebeple Zekâi Efendi dönemin meşhur hattat ve bestekârlarından olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den nesih ve sülüs yazı meşk etmeye başlamıştır.[3] Nitekim bu dersler bir yıl süreyle devam edecektir.

“İzzet Efendi, hüsn-i hat şâkirdinin az vakitte mûsikîce kazandığı şöhret-i şâyiayı evvelce işitmiş olduğundan (bir seferinde) ilk yazı göstermeye geldiği zaman bir şey okumasını emretmesiyle Zekâi Efendi’nin emr-i üstada imtisâlen terennüm eylediği bir ilâhiyi sâmia-i takdirle dinlemiş ve sanat-ı dakika-i tagannideki mahâretini suret-i mahsusada takdir ve tahsin eylemiştir. Hoca merhum ondan sonra ne vakit temeşşuk için gitse efendi-i müşârünileyh şâkirdinden evvela birkaç ilâhi istimâ etmedikçe yazısını çıkartmazmış…”[4]

            Eyyûbî Mehmed Bey’in mûsikî meşklerine devam eden Hâfız Zekâi Efendi’nin kabiliyeti mûsikî mahfillerinde kısa sürede duyulmaya başlamıştır. Dönemin meşhur mûsikîşinaslarından Dellâlzade İsmail Efendi, Ali Şefkatî Efendi ve Eyyûbî Mehmed Bey bir gün hocaları Hammâmizade İsmail Dede Efendi’nin Ahırkapı’daki konağında meşk ederlerken İsmail Dede Eyyûbî Mehmed Bey’e: “Yeni çırakların varmış, pek medhediyorlar; gelecek hafta beraber alıp getirsen de dinlesek…” diyerek ricada bulunur.[5] Bunun üzerine Eyyûbî Mehmed Bey bir sonraki meşke Hâfız Zekâi Efendi ile Hâfız Hamdi Efendi’yi de getirir.

            İsmail Dede Efendi iki talebeden o güne kadar geçtikleri eserlerden birisini okumalarını isteyince Hâfız Zekâi ile Hâfız Hamdi heyecan içerisinde murabba bir eseri birlikte okurlar. İsmail Dede Efendi bu eser icrasından son derece memnun olduğunu ifade ederek her iki talebeyi de takdir eder ve ardından

“Dede Efendi, Hafız Zekâi’de müşâhede ettiği istidâd-ı mûsikîye hayran olmaktan kendini alamayarak yalnızca bir şey okumasını talep eder; koca üstâdın bu defa nazar-ı dikkati büsbütün açılır ve henüz mirkat-ı terakkiyât-ı mûsikîyenin evvelîn pâyesinde bulunduğu halde bu derece âsâr-ı iktidar göstermekte olan Zekâi’nin ilerde ne yaman bir dâhiye-i mûsikî kesileceğini tahmin etmiş olmalı ki Zekâi Efendi’nin o sırada ibrâz ettiği âsâr-ı liyâkati bir suret-i fevkalâdede alkışlamaktan kendini alamaz. Cümleten biraz meşk edilmesini müteakip namaz vakti hulûl ederek abdeste kalkılınca odada Hafız Zekâi’nin yalnız kaldığı bir sırada Dede Efendi merhum der ki: ’Oğlum! Artık bundan böyle hocanla her vakit birlikte buraya meşke devam edebilirsin. Ancak haftada bir gün de ayrıca gelmeye vaktin müsaid ise herhalde istifade edeceğini ümid ederim.’”[6]

İsmail Dede’nin bu teveccühü karşısında büyük sevinç yaşayan Zekâi Efendi, onun bu teklifini hürmet ve minnetle kabul eder. Nitekim Zekâi Dede Efendi 1844 senesinin ortalarından 1845 senesine kadar İsmail Dede’nin meşklerine bir sene boyunca haftada bir gün yalnız olarak, haftada iki gün de Eyyûbî Mehmed Bey ile birlikte iştirak etmiştir.[7]

Zekâi Efendi 1845 ile 1858 yılları arasında 13 sene boyunca -vakit vakit İstanbul’a avdet etse de- Mısır’da bulunmuş ve Mısır’da ikamet ettiği yıllarda Arap mûsikîsi ile yakından ilgilenerek orada Şeyh Şihab isimli bir âlim ile meşklerde bulunmuştur. Nitekim Zekâi Dede’nin Şuğul formunda pek çok eser bestelemesinin sebebi olarak Arap mûsikîsine olan vukufiyeti gösterilmektedir.[8]

Ayrıca âyin-i şerif bestekârlığı bulunan Zekâi Dede, İsmâil Dede Efendi’den sonra sayıca en çok âyin besteleyen kişidir. Sûzidil, Mâye, Isfahan, Sabâ-Zemzeme ve Sûznâk makamlarında âyin besteleri bulunmaktadır.

Zekâi Dede Efendi Dârüşşafaka Mektebi’nde 1877 senesi ile 1883 senesi arasında yedi sene herhangi bir ücret almaksızın fahri olarak; 1883 tarihinden vefat tarihi olan 1897 senesine kadar da yaklaşık on beş sene resmi mûsikî muallimi olarak görev yapmıştır.[9] Dârüşşafaka’nın mûsikî tarihimizdeki mühim rollerinden birisi de Türk mûsikîsinin ayrı bir ders olarak okutulduğu ilk lise olmasıdır.[10] Dolayısıyla Zekâi Dede Efendi böyle bir okulda Türk müziği dersi veren ilk hoca olarak ayrı bir öneme sahiptir. Yirminci yüzyılın en önemli bestekâr ve mûsikîşinaslarından olan Ahmed Avni Konuk’un, Zekâi Dede Efendi’den ilk mûsikî derslerini Dârüşşafaka Lisesi’nde almış olması, Türk mûsikîsi öğretiminin lise yıllarında başlamasının ne gibi fütûhatlara vesile olabileceğini gözler önüne sermektedir.

1897 yılında Zekâi Dede Efendi’nin sıhhatinde bazı zafiyetler tebârüz etmeye başlar. Ancak Zekâi Dede buna rağmen âyinlere her hafta iştirak etmeye devam eder.[11] O yıllarda Yenikapı Mevlevîhanesi’nde bin bir günlük çilesini çıkarmakta olan şâir Tâhirü’l Mevlevî, Zekâi Dede Efendi’nin vefâtını şöyle anlatıyor:

“Hem hâfız hem mûsikîşinas hem hattât; velhâsıl mecma’-ı mehâsin bir zât-ı şerîf idi. Sinni seksene karîb olduğu hâlde hıdmetinde gayet mukaddem olup karda kışta, yağmurda çamurda her hafta Eyüb’den bizim dergâha kadar gelir ve bir hafta bile terk etmezdi. Teşrinisâninin on birinci salı günü hüsn-i hat muallimi bulunduğu Eyüb’de kâin bir mektebe gider, vazifesini ifadan sonra bir sancı ârız olur. Evine gelir, yatar. Gece nısfu’l-leylde kalkar, abdest almak için leğen, ibrik ister. Getirirler, abdestini aldıktan sonra mescid-i hakikatte kâim olmak üzere intikâl-i âlem-i bâlâ eder. Cenâb-ı Hak sırrını takdis ve rûhâniye-i Hazret-i Pîr’i kendisine enîs ve celîs eylesin âmin.”[12]

Netice olarak Mehmed Zekâi Efendi, 24 Kasım 1897 akşamı Çarşamba gecesi (salıyı çarşambaya bağlayan gece) dâr-ı bekâya irtihal etmiş ve aynı çarşambanın gündüzünde pek çok meşâyıh, dervişân, ehibbâ, eviddâ ve ulemâ refâkatinde Hazreti Halid Camii’nde[13] cenaze namazı kılındıktan sonra istirahatgâhına sırlanmıştır.

Ey bülbül-i hoş nevâ hamûş ol

Vey kalb-i hazîn zehr-nûş ol

Üstâd-ı hüner Zekâi gitti

Ey bang-i adem sürûd-gûş ol

Avnî dil-i zâre tesliyet yok

Ey eşk-i dü dîde pür-hürûş ol[14]

Ahmed Avni Konuk


Kaynakça

[1] Nuri Özcan, “Zekâi Dede”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.44, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 2013, s.195.

[2] Rauf Yekta, Esâtîz-i Elhân, Pan Yayıncılık, İstanbul 2000,  s.14

[3] Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 1770’li yılların başlarında doğduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Mustafa İzzet Efendi, Hafız Zekâi Efendi’ye 1844 yılında ilk defa ders verdiğinde yetmişli yaşlarında idi. Zekâi Efendi ise yirmi yaşındaydı.

[4] Rauf Yekta, a.g.e., s.15

[5] Rauf Yekta, a.g.e., s.15

[6] Rauf Yekta, a.g.e., s.16

[7] Rauf Yekta, a.g.e., s.17

[8] Nuri Özcan, a.g.e., s.195

[9] Cem Behar, Musıkiden Müziğe, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s.95.

[10] A.g.e., s.94.

[11] Rauf Yekta, a.g.e., s.45.

[12] Tahir Olgun, a.g.e., s.161.

[13] Eyüp Sultan Camii.

[14] Savaş Ş. Barkçin, a.g.e., s.292.

Yorumlar kapatıldı.