Medeniyet köprülerimizden ve milletimizin yetiştirdiği son büyük münevverlerden mütefekkir, müellif ve şâir Ömer Ferid Kam, miladî 1864 senesinde İstanbul’da dünyaya geldi. Babası Sultan Abdülhamid’in harem hekimlerinden olan meşhur Ahmet Muhtar Paşa, annesi iman ve ihlas abidesi muhtereme Fâtıma Fıtnat Hanım’dır. Çocukluğundan itibaren yetişmesi için ailesi tarafından büyük ihtimam gösterilen Ömer Ferid Kam, babasının arzusuna uyarak Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye’ye kaydolur. Fakat aradan kısa bir süre geçmesinden sonra tıbbiyeyi yarıdan bırakan genç Ferid, Mekteb-i Hukuk’a kaydolur bu seferde. Fakat Babasının vefatı hasebiyle buradan da ayrılmak mecburiyetinde kalmıştır Ömer Ferid Bey. Ancak öğrenmeye karşı olan merak ve muhabbetinden dolayı eğitimini devrinin meşhur hocalarından özel dersler alarak devam ettirmiştir. Polonya asıllı Hayrettin Efendi’den Fransızca; Keşmirli İskender Efendi’den Farsça; Fehmi Efendi’den Arapça ve merhum babasının ahbaplarından olan ve üstad-ı mübeccelim diye hitap ettiği Nüzhet Efendi’den çeşitli dersleri okumuştur. Ayrıca bu arada meşhur âlim Mustafa Âsım Efendi’nin, Fatih Camii’ndeki derslerine devam ederek kendisinden icazetnâme almıştır. Cami bünyesinde verilen bu klasik derslere katılarak tefsir ve bilhassa hadis konusunda vukufiyyet sahibi olmuştur.
Meslekî hayatına Hariciye Nezareti’ne bağlı Terceme Odası’nda başlayan Ömer Ferid Bey, bu görevini müteakip Beylerbeyi Rüşdiyesi’ne, Fransızca öğretmeni olarak tayin edilmiştir. Bu vazifelerde gösterdiği başarılar ile temayüz edip Dâru’l-Fünûn’da Türk Edebiyatı müderrisliğine tayin edilmiştir. Sonrasında Umumi Felsefe tarihi gibi alanlarda görev aldıktan sonra Şerh-i Mütûn-i Edebiyye Müderrisliği’ne getirilir. Milli Mücadele Döneminden sonra Süleymaniye Medresesi’ne müderris olarak tayin edilmesine rağmen medreselerin lağvedilmesinin ardından Darülfünun’a döner. Hakkında ‘’Kapısına geldiğim zaman cennete girmiş gibi oluyorum.’’ dediği Darülfünun’daki görevi de 1933’teki Üniversite Reformu ile beraber nihayete erer. 10 senesini ders vermeden geçiren bu büyük umman, 1943 senesinde çok sevdiği işine Maarif Vekaleti’nden gelen yazıyla Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ders vermek için dönmesine rağmen bu görevi maalesef 1944’teki vefatı ile beraber hitama erer.
Mekteb-i Hukuk’tan sonra aldığı eğitim ile beraber kendi yaptığı çalışmaları ile beraber çalışma yaptığı sahalarda adeta ‘’tabahhür’’ etmiş, sordukça araştırmış, araştırdıkça daha çok sormuştur. Bu çalışmaları neticesinde önüne çıkan sualler ile kafasının içindeki buhrandan kurtulmaya gayret eden eden Ömer Ferid Bey’in hanımına hitaben söylediği ve bu gayretini hülasa eden şu kısa hatırasıını nakletmek lazım gelir:
“Bir defasında fikrî ve oldukça kuvvetli bir buhran geçirerek hanımına koşmuş ve kafasını göstererek: “Hanım! Burada kıyametler kopuyor; korkuyorum, korkuyorum…” diye bağırmıştır.”
Kendi sorularına makul cevaplar bulma arayışı içinde iken batı felsefesi ile dinî muktesabatındaki bilgileri mukayeseli okuması hususunda birçok defa baş etmekte zorlandığı yeni fikirler ile başbaşa kalmıştır. Nihayetinde hakikati arama ve bulma sürecinin uzun ve meşakkatli olduğunu fark edince Hak Teâlâ’nın ipine sıkı sıkıya sarılmış, O’na hep nusretini esirgememesi için niyâz etmiştir. O niyazlardan bir tanesi ise pek zariftir:
Yâ Rab Bana sen âlemi zindan etme,
İdrâkimi hemhâlet-i nîran etme,
Mâdem ki iman ile ettin âbâd,
İklim-i dili küfr ile vîrân etme.
Bu buhran halinden kurtulmak için çabaladığı dönemlerde bazı şeyhlerden inâbe alsa da güçsüz kalıp muhtaç duruma düştüğünde aradığı hikmeti Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Mesnevi eserinde bulmuştur. Bu eser sayesinde teskin olan Ömer Ferid Bey’in bu eser hakkında her ne kadar fart-ı muhabbetin ürünü olsa da şu cümleye temas etmek lâzım gelir:
“Ben ömrümde Kur’an’dan sonra Mesnevi’den büyük bir kitap görmedim.”
Mesnevî’ye olan bu muhabbetinden dolayı hemen hemen tüm şerhleri okumuş, bilhassa İsmail Ankaravî ve Sarı Abdullah Efendi’nin şerhlerini başucundan ayırmamıştır. Bu hayranlığından dolayı, son mısrası Molla Cami Hazretlerinin Mevlânâ hakkında söylediği ‘’Peygamber değil, fakat kitabı var.’’ sözünden mülhem yazdığı şu beyitlere hususen değinmek icap eder:
Yegâne şems-i Hüdâ’dır Cenâb-ı Mevlânâ
Hulûs-ı kalb ile kıl intisâb-ı Mevlânâ
Tarîk-i aşk- ilâhîde rehberin olsun
Kitâb-ı pencüm-i Hak’tır kitâb-ı Mevlânâ
İlâveten, Ömer Ferid Bey’in iştirak ettiği Mesnevi dersleri vasıtası ile tanıştığı Galata Mevlevihanesinin son şeyhlerinden Ahmet Celaleddin Efendi, Ahmed Âmiş Efendi’nin müntesiplerinden ve Balıkesir ulemasından Abdulaziz Mecdi Tolun, bunlardan başkaca İsmail Hakkı İzmirli, Elmalılı Hamdi Efendi, Mehmed Ali Aynî, Tahir Olgun, Fatih Gökmen, İsmail Fennî Ertuğrul, Mehmet Âkif Ersoy, Mahmud Kemal İnal gibi isimlerin verdiği huzurla zorlu günleri geride bırakmıştır. Ve fakat, samimi bir muhabbetle dostluğunu ölene kadar sürdürdüğü en yakın müsahipleri Tahirü’l Mevlevî, Mehmet Âkif ve Fatih Gökmen’dir.
Hakkında İbnülemin’in ‘’dânişmendân-ı memleketin mümtazlarından’’, Süleyman Nazif’in nihrîri muhalled, yakınlarının ise ‘’umman baba’’ dediği üstadın o keskin hâfızası hakkında da birkaç kelâm etmemiz gerekir. Birçok sahada çalışma yapmasına karşın, ilgili olduğu hemen hemen her hususta birçok çetin meseleyi kolaylıkla anlaşılır hale getirir, bunlara ilişkin hatırlamadığı tafsilat olmazdı. Tanımlamamızın hayli zor olduğu bu keskin zekaya ilişkin ahbaplarının, talebelerinin ve yakınlarının şahitlik ettiği birkaç hatırayı nakletmek biraz olsun hafızasına ilişkin ipucu verir umuduyla Ali Ekrem Bolayır’a ait şu hatırayı arz etmek icap eder:
“Geçenlerde bir kelimenin mânâsını belli başlı bütün Arabî ve Fârisî lugatlardan aradım, bulamadım. Bazı arkadaşlara sordum, onlar da bilmiyorlar. Ferîd Bey’i aradım ve ona sordum. Hiçbir lügata ve esere müracaat etmedi, bir dakika düşünmedi. Bana bu kelimenin Hindistan’da bir nebâtın gayet eski bir ismi olduğunu, arkaik bir mecâz olarak eski İran Edebiyatı’nda birkaç mânâda kullanıldığını, bizim Nail-i Kadîm’de birkaç defa geçtiğini, diğer dîvân şâirlerimizden bir ikisinin de bu mecâza nâdiren iltifat ettiklerini anlattı. İşte oğlum, bunu memlekette Ferîd Bey’den başka hiç kimse bilmez ve onun bilip de bizim bilmediklerimiz pek çoktur.’’
Yine aynı şekilde Ağaoğlu Ahmet Bey’in Cumhuriyet Gazetesine gönderdiği mektubunda Şehname’nin Türkçe’ye çevrilmiş nüshasının olmadığına hitaben gönderdiği mektupta Türkçe bir tercümenin Sultan Cem’in adamlarındanken sonradan Mısır’a gidip Sultan Kansu Gavrî’ye intisap eden Diyarbakırlı Şerifî ismindeki bir üstad tarafından yapıldığını ve bu manzumenin bir nüshasının Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi’nde 983 numarasıyla, bir diğerinin ise Darülfünun Kütüphanesi’nin Yıldız bölümünde 309 numarayla mevcut olduğunu söylemiştir.
Bu ayaklı kütüphane, hem dervişâne karakterinden hem de ilmî karakterinden fevkalade nazik bir portre çizilse de karşısındakinin aynı nezaketi göstermeyen kaba ve cehlini konuşmasında çekinmeden izhar eden kimselere karşı da pek şedittir. Yine günlerden bir gün Münasebetsiz Mehmet Efendi’lerden bir tanesi Darülfünun’da ders esnasında kendisine ‘’Dünyanın öküzün boynuzları üzerinde olduğunu derler efendimiz, siz ne buyurursunuz?’’ deyince hazret şu veciz cevabı verir:
Ne teaccüp ediyorsun buna dünya derler
Duyulan herzelere onda nihayet yoktur
Yerin altında öküz var mı dedi bir meczup
Onu bilmem dedim üstünde fakat pek çoktur
Yine Ömer Ferid Bey’in bu hususiyetiyle alakalı Âgâh Sırrı Levend’in naklettiği şu kısa hatıraya da değinmek lâzım gelir:
“Süleyman Nazif Bey merhum bir gün “Büyük Türk Lügati” sahibi Hüseyin Kazım Bey’e Ferid Bey’den bahsederken “Derya gibi adam” deyince o da “Ne içilir, Ne geçilir” cevabını vermiştir.”
İhtiyar Şark’ın irfanıyla, Avrupa’nın bikr-i fikri’ni ustaca birleştiren; gerek klâsik medrese tahsili, gerek özel hocalardan aldığı derslerle; gerekse bizzat kendi gayretiyle elde ettiği bilgiler onun dört başı mâmur bir hoca olan Ömer Ferid Kam, 22 Mayıs 1944 tarihinde dâr-ı bekâya irtihal etti. Naaşı; talebeleri, sevenleri ve yakınlarından oluşan kalabalık bir grup tarafından Ankara Cebeci Asrî Mezarlığı’na defnedildi. Milletimizin yetiştirdiği bu büyük münevverin kaybının bizler için ne denli büyük olduğunu, merhum Profesör Abdülbaki Gölpınarlı’nın kendisi ve merhum hoca İsmail Saib Sencer hakkında söylediği şu sözlerden anlamaya gayret etmek lâzım gelir:
“İsmail Saib ve Ferid hocaların dizlerinin dibinde ömrümce talebe olarak kalabilmeyi isterdim.”
Kaynakça
https://islamansiklopedisi.org.tr/kam-omer-ferit
Dursun Gürlek Ayaklı Kütüphaneler
Agah Sırrı Levend Profesör Ferid Kam Hayatı ve Eserleri
İlk yorum yapan siz olun