18. asırda yaşamış, büyük matematik, mantık ve astronomi bilgini Gelenbevî İsmail Efendi, milâdî 1730 senesinde Aydın’a bağlı Kırkağaç kazasının Gelenbe nahiyesinde dünyaya geldi. İsminden ziyade şöhret kazandığı Gelenbe nahiyesinde babası Mustafa Efendi, tıpkı dedesi Mahmud Efendi gibi, müftülük ve müderrislik vazifelerinde bulunmuş alim bir kimse idi. Manisa çevresinde dini görevlerde bulunmuş bu iki zatın ahfadı olan İsmail Efendi, küçük yaşlarda babasını kaybetti. O yaşlarda iken annesinden başka kendisiyle ilgilenen kimse olmayan İsmail Efendi, küçük yaşlarda hayatının dönüm noktasını oluşturacak bir ikaz ile karşılaştı. 13-14 yaşlarında sokakta arkadaşlarıyla oyun oynarken baba dostlarından biriyle karşılaşan İsmail Efendi’ye bu zât şöyle seslendi:
“Yazıklar olsun sana! Deden, baban büyük âlimdi. Onların yolundan gitmiyorsun da sokaklarda böyle boşu boşuna vakit geçiriyorsun!’”
Bu sözlerden sonra çok utanan İsmail Efendi, derhal oyunu bırakıp bir daha sokaklarda bulunmaz oldu. O tarihten itibaren tahsile başladı. Gençlik yıllarını değerlendirmeyi bilen İsmail Efendi, Gelenbe nahiyesinde vaiz olarak ilmî hayatındaki ilk pâyeyi almış oldu.
İlk tahsilini kendi memleketinde tamamladıktan sonra ilmini tekâmül ettirmek isteyen İsmail Efendi, İstanbul’a geldi. İstanbul’daki ilk zamanlarında garipliği ve kimsesizliği ile sıkıntı çekse de çektiği zahmet rahmete tebdil oldu. Burada Sahn-ı Seman Medresesi’ne bin bir uğraşla girmeyi başardı. Medresedeki eğitimi boyunca dönemin büyük alimlerinden Yasincizâde ve “Türkler arasında ulema yoktur.” diyen Sefercelânî’yi mağlup eden Müftizâde Mehmed Emin Efendi’den ders okuma fırsatı buldu. Mezuniyetini müteakip Ruûs sınavını kazanan İsmail Efendi, müderrislik yapmaya başladı. Her ne kadar döneminde Mehmed Emin ve Muğlalı Palabıyık Mehmed Efendi’nin gölgesinde kalsa da vaktinin çoğunu matematik ve mantık ilmine dair eserleri mütalaa ve telif etmekle geçirdi. Müspet ilimler sahasında verdiği ve her biri kaynak olarak kabul edilen eserleri için Cevdet Paşa şunları söylemiştir:
“Eğer İsmail Efendi’nin eserleri olmasaydı, o asrın ilim hayatı hakkında hiçbir şey bilemeyecektik. O, kaleme aldığı bu eserler sayesinde nâmını yaşatmasını bildi.”
Eski tip problem çözme geleneğinin son temsilcisi olan Gelenbevî İsmail Efendi, bilhassa matematik ve mantık sahalarında büyük otoriteydi. Matematik sahasındaki bu uzmanlığını defalarca müdellel bir şekilde ispat eden İsmail Efendi’nin şu hatıralarından bahis etmek lâzım gelir.
“Bir gün Sultan Selim-i Salis’in huzurunda yapılan top atışı tatbikatında isabet etmeyen toplar Padişah hazretlerinin canını fena halde sıkar. Hem kurduğu yeni ordudan yana sükût-u hayale uğraması, hem de Fransa’ya gönderilen topçu subaylarının beceriksizliği yüzünden epeyce öfkelenen Padişah’ın huzuruna derhal topçu okulu muallimi İsmail Efendi çağrılır. Matematik hesabı yapılmak suretiyle topun vaziyeti ve istikameti değiştirilir. Bu değişiklikten sonra yapılan atışların hepsinin hedefe tam isabet etmesi Padişah’tan kendisine mükafat ve Yenişehir Mollalığı vazifesini getirir.”
Yine bir gün Bâb-ı Âli’ye gelen mahir ve bir o kadar da küstah bir Frenk mühendisi, yanında bir logaritma ile bir de risale getirerek çözülmesini ister. “Bakalım, aranızda bundan anlayacak bir kimse çıkacak mı?” diye alay etmekten kendisini alamayan bu mühendis, İsmail Efendi’ye götürülür. Hocanın basit hayatını gören Fransız mühendis, hocaya da bunu çözmesi için müddet verecek kadar ileri gider. Sicil-i Osmanî’nin naklettiğine göre, Gelenbevî İsmail Efendi bir gecede logaritma risalesini hazırlar ve bu Frenk mühendise takdim eder. Zekâsı karşısında hayran kalan Fransız mühendis, hocanın fotoğrafını almak ister. Bu maksatla Bâb-ı Âli’de Raşit Efendi’nin odasına getirilen İsmail Efendi’nin sırtındaki eski kürk çıkartılarak samur kürkü giydirilir. Bu sırada Gelenbevî’nin: “Elhamdülillah, kendimi samur kürk içinde de gördüm.” Dediği rivayet edilir. Bu parlak matematik zekâsı hakkında Fransız mühendisin ne kadar kıymet bilmez olduğumuzu yüze vururcasına söylediği şu cümle pek manidardır:
“Bu adam Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın ederdi.”
1783 senesinde huzur derslerine de iştirak eden İsmail Efendi, Yenişehir Kadılığına tayin edildikten sonra Hilâl’e dayanan vakitlerin görülme suretiyle değil de hesap edilme suretiyle daha iyi öngörülmesi hususunda dönemin şeyhülislamı Hamîdîzâde Mustafa Efendi ile girdiği fikrî münakaşalarda müftünün kendisini ağır bir şekilde tenkit etmesinden mütevellit felç geçirerek rahmet-i Rahman’a kavuştu. Mezarı, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın verdiği bilgilere göre Yenişehir’deki Bayraklı Camii’nin haziresindedir. Klasik İslam cebir geleneğinin son temsilcisi sayılan, Devlet-i Âli’ye bir de şeyhülislam yetiştirmiş; aklî ve naklî ilimlerdeki rüşdünü tüm dünyaya ispat etmiş bu çok yönlü alimin mezar taşında şu ibare yazılıdır:
“Sabıka Yenişehir Fenar Kaadisi efdalülmüteahhirîn ve umdetülmusannifîn merhum ve mağfurunleh Gelenbevî İsmail Efendi rûhu içun Fâtiha. 1205”
Kaynakça:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/10170
https://islamansiklopedisi.org.tr/gelenbevi
Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler
Yorumlar kapatıldı.