Milletimizin yetiştirdiği ayaklı kütüphanelerden büyük münevver ve müverrih Mükrimin Halil Yinanç, kimi kaynaklara göre miladî 1900, kimilerine göre ise 1897 senesinde Elbistan’da dünyaya geldi. Babası daha sonra son görev yeri olan Adana’da Ermeni mezaliminde feci bir şekilde şehîd edilen Kadı Halil Kâmil Efendi’dir. Mükrimin Halil Bey’in bu katliamlarda yalnızca babası değil, annesi ile birlikte ailesinin bütün efradını kaybetti. Hâk Teâlâ şehadetlerini dergâh-ı izzetinde kâbul buyursun.
Babasının kadı olması hasebiyle ilk tahsilini Malatya, Mardin ve Diyarbekir’de sürdüren Mükrimin Halil Yinanç, idadînin son iki senesini İstanbul’da Gelenbevî İdadi’sinde tamam etti. Müteselsilen evvelâ Darülfünun Edebiyat Fakültesi’nin Tarih şubesinden, ahiren Mekteb-i Mülkiye’den başarı ile miladî 1921 senesinde mezun oldu. Buralardan mezuniyetini müteakip muallimlik ve kütüphanecilik vazifelerine tayin edildikten kısa bir süre sonra Fransa’ya araştırmaya gönderildi. Yurda dönüşünün ardından Kabataş Lisesi ve adına kendisinin ‘’Frenk Diyarı’’, Yahya Kemâl ‘in ise ‘’Ezansız Semtler’’ dediği Taksim ve Beyoğlu cihetindeki Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik vazifesini ifa etti. Türk Tarihi Tetkik Heyeti âzâlığı görevlerinden sonra İstanbul Üniversitesi adıyla eğitime devam eden okula doçent olarak tayin edildi. Üniversite bünyesinde evvelâ profesör, sonrasında ise ordinaryüs payesi ile dersler verdi. 1949 ile 1953 yılları arasında Şarkiyat Enstitüsü’nün çalışmalarını yürüten Mükrimin Halil Bey, 22 Aralık 1961 tarihinde ise vefât etti.
Bizler her ne kadar Mükrimin Halil Bey’i üniversitede ders okutan bir hoca hüviyetiyle tanısak da, kendisi bilhassa İbnülemin Mahmud Kemâl İnal ile birlikte başka bir okulun, başka bir akademi geleneğinin de son temsilcisi idi. Kıraathanelerde üdeba ve şuaranın iştirak ettiği sohbet meclislerinde tıpkı eski İstanbul’da olduğu gibi münevverlerin engin bilgi, keskin hafıza, nazik nükte, cevval zeka ve maharetleriyle etraflarında topladıkları kimsenin istifade etmesini temin ediyorlardı. Kah şiir kah gazel okunan bu meclisler bazen kahkahalar yükselirken bazen de meclisin tüm azalarından tek bir çıt çıkmadan pür dikkat hocanın tutkuyla anlattığı cenk sahneleri dinleniyordu. Bu iki âlimin son temsilcileri olduğu bu gelenek Küllük Kıraathanesi’ni Güllük ediyordu. Muhtemeldir ki biz her ne kadar onları pek ciddi pek ağırbaşlı âlim kimseler olarak tasvir etmiş olsak da birbirlerine takılmayı pek seven Mükrimin Halil ve Mahmud Kemal Beyler sayesinde bu meclislerden neş’e de eksik olmuyordu. İbnülemin’in kah evlenmemesine kah yaşına takılan Mükrimin Halil hocanın Mahmud Kemal Bey’den yediği ‘’Kelbistanlı’’ azarı bile, kubbemizde kalan hoş bir sâdâ olsa gerek.
Mükrimin Halil Hoca’nın ismi anıldığı vakit akla gelen kuvvetli hafızası hakkında da birkaç kelam etmek, en azından kendisinin milletimize kazandırdığı zaten mevcut olan Düsturnâme isimli eserine karşı olan borcumuzu tamamen olmasa da kısmen eda etmek için lazım gelir. Bu kuvvetli hafızanın istikbalde nasıl anılacağının ilk işaretleri Mükrimin Bey’in küçüklüğünde ortaya çıkar. Pek az alimin hayatında tesadüf ettiğimiz erken yaşlarda Kitâb-ı Azîmüşşân’ı hıfzetme hususiyetini, kendisinde 7 yaşında görüyoruz. Gördüğünü, duyduğunu ve okuduğunu unutmayan Mükrimin Halil Yinanç’ın bu hafızasını kelimelere dökmek bizler için hayli zor olduğundan daha evvelden bahsettiğimiz şu hatıraya temas etmek icap eder:
“Mükrimin Halil Bey Fransa’ya kütüphaneleri tetkik etmesi için gönderildiğinde Paris Millî Kütüphanesi’nde (Bibliothèque Nationale) Düsturnâme-i Enverî isimli esere tesadüf eder. Türkçe ile yazılmış ilk tarih kitabı olan bu kıymetli eseri gördüğünde kıymetinin künhüne varıp bu eseri Türkiye’ye kazandırma yolları arar. Kütüphane tarafından dışarı çıkarılması ve not etmek suretiyle kopyasının çıkarılması yasak olan bu eserin Türkiye’ye ‘’iadesi’’ için yollar ararken kendisinin cevval hafızası devreye girer. Her gün 10’ar varak ezberlemek ve ezberlediği bu bölümleri akşam otele gittiğinde kağıda geçirmek suretiyle kitabı Türkiye’de neşrettirir. Kitabın aynısının Türkiye’de neşredildiğinden haberdâr olan Kütüphane yönetimi, kitabın kütüphane dışına çıkarıldığına kanaat getirdiğinden mes’ûl görevlileri işten çıkartır. Bunu duyan Mükrimin Halil Bey çok üzülür ve başka bir iş için Paris’te bulunduğu vakit bu haksızlığın nihayete ermesi için işin aslını anlatır. İnanmaları için kitabı aynen okumayı teklif eden Mükrimin Halil Bey’in ezberinden okuduğu bölümler ile kitabı mukayese eden kütüphane yönetimi, Halil Bey’in eline ayağına yapışıp ondan özür dilerler ve işten çıkardıkları personellerini işlerine iade ederler. Hatta kendisine bir kürsü ve oda tahsisinde bulunmakla beraber odasının önüne her geldiğinde ‘’Hazır ol!’’ selamı ile kendisini selamlaması için bir personel tayin etmişlerdir. Fakat Frenklerin böylesine hürmet gösterdiği hocanın bu hafızasına maalesef Türkiye’de aynı şekilde mukabele edilmemiştir. 27 Mayıs yargılamaları devam ederken Mahkeme Reisi Salim Başol, Demokrat Parti’nin aleyhinde şahit yazdırılan Mükrimin Halil Yinanç’a sorduğu suallere karşı aldığı “Hatırlamıyorum.” Cevaplarını işitince kendisine karşı şu sözleri söylemiştir:
“Hoca, hoca! Siz hâfızasının kuvvetiyle dünyaca meşhur bir adamsınız! Nasıl bilmezsiniz, nasıl hatırlamazsınız?”
Daha sonra Mithat Sertoğlu’na hitaben bu acı hatıraya ilişkin şunları söylüyor Mükrimin Halil Hoca:
“Evlâdım! Ben gençliğim dâhil, bütün ömrümü kütüphanelerde ve kitapların arasında geçirdim. Dost sohbetlerinden başka eğlence ve avunma bilmedim. Hayatımı sadece öğrenmek ve öğretmekle geçirdim. Başka hiçbir emelim olmadı. Karşılığında ise mükâfatım pek acı oldu.”
Hâfızasından başka, kendi sahasına hakimiyeti ile de meşhur olan Mükrimin Halil Yinanç, Türk ve İslam tarihine aşık bir hoca idi. Türklerin İslam tarihinde sahip olduğu müstesna mevkiiyi daima dile getiriyordu. İstanbul’un fethine Cumhuriyet devrinde fethi eserinde konu edinen ilk Türk tarihçi olarak hayli ehemmiyet atfediyordu. Bilhassa Ortaçağ ve Selçuklu devrinin en önemli birkaç uzmanından biriydi. Tuğrul Bey’in türbesinin fotoğrafını cebinde taşıyıp muhabbet duyduğu dostlarına da gösteren Mükrimin Halil Yinanç; Artuk, Atsız ve Afşin Beyler gibi Selçuklu serdârlarına ayrıca hayranlık besliyordu. Osmanlı döneminde ise en çok Yıldırım Bayezid ve Kanunî Süleyman’ı seven Mükrimin hoca, dünyevî sıkıntıların rahatsızlık verdiği vakitlerde daima Sultan Süleyman’ın kabrine koşuyor; orada nefes alıp huzur buluyordu. Öte yandan hocanın milletine ve tarihine karşı duyduğu bu muhabbet sadece tarihî şahsiyetler ile sınırlı değildi. Her fırsatta Türk milletinin çobanında dahi mizah ve mizan olduğunu söylerken Plevne’nin düştüğünü namaz kılarken öğrendikten sonra başlarını bir daha secdeden kaldırmayan ‘Kalın Türkleri’ daima rahmet ve minnetle yâd ediyordu.
Mükrimin Halil Bey’in hayranlık duyduğu ve ihtisas alanı olan tarihimiz hususunda çok fazla eser vermemiş olması ardından gelenleri hep üzmüştür. Emsali derecede bulunan çoğu ilim adamında rastlanan aşırı titizlik hastalığı tesirini maalesef ardından gelenler üzerinde göstermiştir. İlaveten hocanın kendisini eser yazacak seviyede görmemesi, önünde kat edecek mesafenin olduğunu düşünmesi de eser vermesini engelleyen diğer amillerdendi. O engin müktesebatın beyhude uçup gittiğini düşünenlerin sayısı her ne kadar fazla olsa da kendisi anlatmayı, heyecanlandırmayı sevenlerden bir kimse olmakla beraber kalem erbabı olmasa da kelam sultanı idi. Kütüphane ve kitap ile böylesine meşgul olmuş bir zatın kitap telif etmemesi de şaşılacak bir başka husustur. Zira Mükrimin Halil Bey’in yine meşhur olan bir başka hususiyeti de kitaplara iptilâ olmasıydı. Merhum kütüphaneci Muzaffer Gökman’ın kitap aşıklarından söz ederken bahsettiği Kütüphane Dervişleri listesinde Mükrimin Halil Yinanç, kendisine mümtaz bir yer buluyor. Ve fakat kendisinin bu hususiyetini hülasa edecek en güzel cümle, hiç şüphesiz merhum Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkân’ın Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında geçen şu ibare olsa gerek:
“Herkes kitap okur, fakat Mükrimin kütüphâne okur!”
Milletimize sevdalı, büyük münevver ve müverrih olan bu müstesna ve mümtaz şahsiyet 1961senesinin 22 Aralık Günü Hâk Teâlâ Hazretlerinin âli dergâhına irtihâl etti. Dursun Gürlek’in ifadeleriyle, kendisi vefat edince Beyazıt ve çevresi mateme büründü. Marmara, Küllük ve Lâleli kıraathanelerinde çayların tadı kaçtı. Küllük, Güllük iken kühen bir mekân oldu. Ve asırların getirdiği o eşsiz tarih musahabelerinin kendileri ise tarih oldu…
Kaynakça:
Düstürname-i Enveri || İslam Ansiklopedisi
Mükrimin Halil Yinanç || İslam Ansiklopedisi
Dursun Gürlek Ayaklı Kütüphaneler
Yorumlar kapatıldı.